Ruhun Bütün Baykuşları

(2 kişi)
Kitabı değerlendirin

2

Takip

2

Beğeni

1

Okuma

349

İzlenme

Tanıtım Yazısı
Adem Tok; insanların, çiçeklerin ve kutsal metinlerde geçen isimlerin taşıdığı anlamları değerli bulduğu için, şiirlerinde ve hikâyelerinde bu isimleri başlık olarak kullanmayı tercih eder. Ona göre hiçbir adım ve yüzleşme rastlantı, hiçbir yolculuk ve davet anlamsız değildir. İnsanın adına kodlanan bir armağanla yürüdüğüne inanır.

İyilikle hayata bir halka daha katılırken, kötülüklerle eksildiğimizi; dokunduğumuz her ruhta gönül şarkılarına ortak olduğumuzu savunur. Sabretmenin, yıllanmış bir şişedeki şarabın lezzeti gibi emek istediğini dile getirir. Ancak insanların bunu beceremediğini; bu yüzden önyargılarla hareket ettiğini, sormadığını, sorgulamadığını söyler. Güvenmeyi unuttuğumuzu, sadakati ise beceremediğimizi hatırlatır.
Yazar: Adem Tok
Yayınevi: BİLA YAYINCILIK
ISBN: 9786255631183
Sayfa: 112s.
Boyut: 13.5 x 19.5 cm
Tarih: 23.07.2025

Topluluk Puanları (2)

5.0

100% (2)

Okuma Durumları
Okudum (1):
İncelemeler ve Alıntılar
Ruhun Bütün Baykuşları kitabı hakkında sen ne düşünüyorsun?
@ebruasya
Alıntı
4a
hayat
kaybetmek de güzeldi seni
hâlâ orada bir yerlerdesin
ya hiç düşmeseydin içime?
112'in 76. sayfasında
Ruhun Bütün Baykuşları
Adem Tok - BİLA YAYINCILIK - 23.07.2025
1.369
@ebruasya
İnceleme
4a
Ruhun Bütün Baykuşları, Şair Adem Tok’un yazmış olduğu siyasi ağırlıklı bir şiir kitabıdır. Haziran 2025’te Bila Yayıncılık etiketiyle okurla buluşmuştur. Kapak görseli ve kitabın tasarımı, içerdiği şiirlerin imgesel ve metaforik derinliğiyle uyumlu biçimde, dikkat çekici bir estetik anlayışı yansıtır.



Yüz on iki sayfadan oluşan eserde toplam seksen iki şiir yer almakta, şairin kısa bir biyografisine de eserin başında yer verilmektedir. Kitabın içindekiler bölümü alışılmışın dışında olarak son sayfalarda konumlandırılmıştır. Bu tercih, okurun herhangi bir yönlendirme ya da başlık listesiyle karşılaşmadan şiirlerle doğrudan sezgisel bir bağ kurmasını sağlar. Şiir başlıklarında kullanılan isimlerin, şairin arka kapakta da belirttiği üzere; insanlar, çiçekler ve kutsal metinlerle olan anlam ilişkisi gözetilerek seçildiği görülmektedir.


Kitap; genel yapısı itibarıyla şiirleri, belirli kategoriler altında toplamadan, tematik başlıklarla ayrıştırmaksızın bir bütünlük içinde okura sunar. Sayfa düzeni sade; tipografisi ise okunabilirliğin rahatlığını önceleyen, yer yer italik vurgularla anlam derinliğini artıran bir yapıda ilerler. Adem Tok şiirlerinde duygular serbest bir akışla dile gelir, ölçü yoktur, uyak bulunmaz. Mısralarda birebir aktarımdan çok çağrışım yapan imgeler sezilir. Geleneksel anlatım teknikleriyle, modern şiir diline ait izlekler anlam dünyasını zenginleştirir. Seslerin ritmi aliterasyonlarla kurulurken, tezatlar içsel gerilimi besler. Telmihler geçmişe kültürel göndermeler yaparken, istifham sistemin çarpıklığını sorup sorgular. Teşbih ve istiareler sanatsal imgeleri derinleştirirken, ironi ve hicivler kutsal değerlerin yozlaşmış ellerde nasıl bir riyakarlık aracına dönüştüğünü düşündürür. Kimi dizelerde mistik öğeler öne çıkarken, zihinsel dönüşüm ve değişimi imleyen metaforlar, şiirleri toplumsal olduğu kadar evrensel kılar. Bazı şiirlerde noktalama işaretlerinin az ya da hiç kullanılmamış olması ise anlamın tek bir yoruma sabitlenmemesine, okurun kendi yorumunu yapmasına olanak tanır.



Adem Tok şiirlerinin en belirgin özelliklerinden biri, duygusal derinliği bireysel bir anlatımla sunarken “biz” üzerinden konuşarak hem içe hem de dışa dönük seslenmeleri içermesi ve aynı zamanda toplumsal, tarihsel, politik ve felsefî temaları da ön plana çıkararak sorgulayabilmesidir. O, bir şairin omzuna düşen yükün farkındalığıyla konuşturur kalemini. Şiirlerinde yalın fakat yoğun bir anlatımı tercih eder. Siyasi ve sosyal meseleler ajitasyon aracı olarak kullanılmaz, şiirin asli malzemesi olarak işlenir, politik duyarlılık sloganlaştırılmadan estetik bir duruşla harmanlanır. Bir yandan süslemelere kaçmadan kelimelerin edebi dizilimi sağlanırken bir yandan da tarihin, insanlığın, kardeşliğin, barışın, emeğin, özgürlüğün, direnişin, toplumsal belleğin ve bastırılmış adalet arzusunun gür çıkan sesi duyulur.


Onun şiirlerinde geçen yer ve isimler; farklı coğrafyalardaki olayları ve kişileri hak mücadelesi gibi ortak paydada anarken aynı zamanda zulme karşı direnci, umudu, vicdanı ve hafızayı da simgeleyerek belgesele yakın bir tanıklık içerir.



Kalem; işçilerden değirmenin çarkına, zenginlikten seksen yedi model mavi kaplumbağaya, gülüşü Elvan küçük adamlardan fenere ışık katacak Korkmazlara, hapishane parmaklıklarından Denizin merhabasına, Montgomery otobüsünden siyahi bir gül Rosa’ya, Taksim meydanından Sekoyaya, Filistin’den Kolombiya’ya, bölüşülmeyen ekmekten Ayçe’nin bakışlarına, cumartesi annelerinden eriyen karlara, mankurt bırakılan vatandan kardeşliğin halayına, New York metrosundan Anka diye bir ateş ırmağına, Eşref Paşa 517. sokaktan Cennetini arayan semaha, kuru otlardan frezyalara, zeytin ağaçlarından kelebek ve baykuşlara, Madımak yangınından ölü madencinin avcundaki nota, komşunun külünden Compenyero’ya, davadan kavgaya, savaştan barışa, sessiz bir bekleyişten çıkıp devrimci bir çağrının kararlılığıyla sayfalara uzanırken, şair kelimelerini dizelere özenle yerleştirir ve okuru doğrudan bir yüzleşmeye davet eder.


Üç mısrayla koskoca bir hayatı özetleyebilecek beceriye sahiptir şairin kalemi. Zaman zaman lirik bir dil kullanır, bireyin yalnızlığı ve içe kapanışı soyut bir dile dönüşse de son derece gerçekçi bir hissiyatla temellendirilir. İçsel monologlarında insana dair mücadelesi umutla birlikte gelir ve çoğu zaman yeniden bir doğuşa varır. “Gün gözlerinde doğup ayak altlarında batıyor anne” dizesi bu yeniden doğuşun en çarpıcı imgelerinden biridir. Şiirde anne, aşk ve vefayla hem zamanın hem de hayatın döngüsünü üzerinde taşıyan bir figür olarak karşımıza çıkar. Toprak, bahar, nergis, yıldız gibi doğa öğeleri annenin varlığıyla anlam kazanan çağrışımlar haline gelir. “Solan, elinde yeşeriyor” ifadesiyle annenin otacı gücü vurgulanırken doğayla özdeşleştirilen bu unsurlar şiirin iç dünyasına açılan geçitleri de pekiştirir.



Adem Tok, insanın en saf hâli olarak gördüğü çocukları şiirlerinde biyolojik bir cinsiyeti işaret etmekten ziyade evrensel anlamda gelişimi, öğrenmeyi ve büyümeyi temsil eden var oluşsal bir kimlik olarak tanımlar. “Oğula Çığır” başlıklı şiirinde “çocuk” temasıyla uyumlu olarak, tüm genç kuşaklara yönelen kapsayıcı ve metaforik bir hitap biçimi ortaya çıkar. Çocukları nostaljik bir özlemle anmak ya da pedagojik bir bakışla sınırlamak yerine, özgürlüklerini destekleyen ve içten bir çağrıyla yüreklendiren tutum sergiler. Güneş toplayan, bulut taşıyan, yağmur dağıtan çocuklar; doğanın pasif öğeleri değil, anlam kuran ve etkin varlıkları olarak betimlenir. Bir peteğin yasasını, bir karıncanın iradesini kavrayarak öğrenmesi beklenen çocuk; “büyü”, “sev”, “gör”, “dokun”, “konuş” gibi doğrudan eylemlerle yaşamı keşfetmeye yönlendirilir. Şair; çocuğun hayatı ve kendini, kendi diliyle tanımasını onu bir bütün içinde var eden güçlerle bağ kurmasını amaçlar.



Sevgiliye seslendiği şiirlerinde çok derin bir iç içelik, ruhsal bütünlük görülür. İnsanın, insanı sevmesini bir inanç gibi kutsar. Bu sevgiyi iki birey arasında bırakmaz; doğayla, toprakla, emekle, dava ve güven ile birleştirir. Sevgiliye duyulan sadakatle, dünyadaki adaletsizliğe karşı hissedilen sorumluluk eş zamanlı işler. El ele tutuşmanın yalnız bir dokunuştan ibaret olmadığından bahsettiği mısraların devamında “hep belaya sürükledi içimde pankart açan adalet duygusu beni, sevgilim” olduğu gibi görsel imgeler duyguları somutlaştırır, şiiri salt bireysel aşk şiiri olmaktan çıkarır ve toplumsal bir farkındalığın diline dönüştürür.



Kitaba adını veren “Ruhun bütün baykuşları” adlı şiir; doğayla, toplumla ve insanın kendi vicdanıyla kurduğu ilişkinin eleştirisini yapan felsefi bir içeriğe sahiptir. Kalem; ekolojik duyarlılığı etik bilinçle birleştirerek doğa ile insan arasındaki çatışma, bilgelik ile kör itaat, doğum ve ölümün iç içeliği gibi temalardan beslenir. Bir yandan orman yangınları ve betonlaşma gibi somut tahribatlara göndermeler yaparken diğer yandan bu felaketleri doğuran zihinsel ve yönetsel kopuşlara işaret eder. Modern yaşamın yarattığı yabancılaşma, toplumsal ilişkilerdeki güven kaybı üzerinden sorgulanırken toprağın kutsallığı, dayanışmanın sıcaklığı ve bölüşmenin değeri vurgulanır.


Şiirin sembolik örgüsü, metafor zenginliği ve ritmik kırılmalarıyla dikkat çeker. Baykuş simgesi Hegel’in “Miverna’nın baykuşu ancak gün batarken uçar” sözüyle örtüşecek biçimde bilgeliğin ancak felaket sonrası devreye girdiği zamanlama eleştirisini de içinde taşır.


Kitabın arka kapak yazısında şair, her iyiliğin hayata yeni bir halka eklediğini, her kötülüğün ise biraz daha insanı eksilttiğini söyler. Ona göre, dokunduğumuz her insanla bir gönül şarkısına ortak oluruz; bu yüzden temas, sorumluluk ister. Sabır ise, yıllanmış bir şarabın inceliğiyle emek gerektirir. Ne var ki insanlar çoğu zaman sormadan, sorgulamadan ve sabretmeden hüküm verir.

Eser; işte tam da burada, okuru durmaya ve düşünmeye çağırır. Bir ayna olarak kitap, insanın insanla, insanın doğayla, insanın toplumla, insanın evrensel değerlerle ve en önemlisi de insanın kendisiyle yüzleşmesini sağlar.



EbRuAsya//
Ruhun Bütün Baykuşları
Adem Tok - BİLA YAYINCILIK - 23.07.2025
3 1.878