Yirminci yüzyıl edebiyatının ve feminizminin öncü isimlerinden Virginia Woolf’un birçoklarınca en iyi romanı olarak görülen Mrs. Dalloway, üst sınıf bir Londralı olan Clarissa Dalloway’in tek bir gününde geçer. Mrs. Dalloway, akşam ev sahipliğini yapacağı bir davetin hazırlıkları içindedir, ama roman boyunca yakından tanık olduğumuz üzere, hatıraları ve düşünceleriyle çok daha geniş bir âlemin parçasıdır aslında. Bilhassa I. Dünya Savaşı’ndan sonra yeni insanın darmadağın gerçekliğini anlatmaya koyulan Woolf, hikâyeleri iç içe geçen karakterlerin perspektiflerine başvurmuş ve bilinç akışı tekniğini mükemmelleştirmiştir. Mrs. Dalloway’i Ferit Burak Aydar’ın bu modernist üslubun hakkını vermeye girişen çevirisiyle sunuyoruz. “O ne gailesizlik! O ne dalış! Zira ona hep öyle gelmişti, menteşelerin şimdi de işitebildiği hafif bir gıcırtısıyla Fransız pencerelerini ardına kadar açıp Bourton’da temiz havaya daldığında.” “Yirminci yüzyılın en dokunaklı, en devrimci sanat eserlerinden biri.” Michael Cunningham
"Kendini çok genç hissediyordu; aynı zamanda anlatılmaz derecede yaşlı. Bir bıçak gibi kesip her şeyin içinden geçiyordu; aynı zamanda dışarıdaydı, seyre dalıyordu."
"Taksileri izlerken geçmek bilmez bir hisse, uzakta, uzakta, denizde çok uzaklarda ve yalnız olduğu hissine kapılırdı; Bir gün bile yaşamanın çok ama çok tehlikeli olduğu hissinden asla kurtulamamıştı."
""Zaman" kelimesi kabuğunu yardı; zenginliklerini onun üstüne boca etti; ve dudaklarından sert, beyaz, yok edilemez kelimeler birer top mermisi gibi, bir rendeden dökülen taşlar gibi döküldü ve zamana methiyedeki, zamana ölümsüz bir methiyedeki yerlerini almak üzere uçtular."
Karakterlerin iç dünyalarını olduğu gibi kağıda aktaran bilinç akışı tekniğiyle yazılmış tek günü anlatan bir hikaye.
Kimisi için boğucu gelmiş ancak ben bu kitabı tek cümleyle bir medium opus olarak tanımlarım. Beni hiç sıkmadı ve geç saatlere kadar elimden bırakamadım.