Ve şimdi itiraf et! Aslında güvendiklerin konuşmasaydı başına hiçbir kötü şey gelmeyecekti! Sırlarını tutan beşse tutmayan hep yüz beşti. Gel gör ki sen vazgeçmedin ve insanlara güvenmeye, haddinden fazla güvenmeye devam ettin.
- Aramızda kalsın!
diyerek anlattıkların hiçbir zaman aranızda kalmadı.
- Sen benim her şeyimsin, en güvendiğimsin…
diye şımarttıkların, zaman sonra ‘hiçbir şey’in oldu da bundan hiç ders almadın, her konuşmanın ertesinde pişmanlıklar yaşadın fakat hiç uslanmadın. Sonra mı? E sonra yine yandı başın, tutuştu aklın ve sen hiç susamadın. Hâlbuki bırak konuşmayı, fısıldaşmayı; bazen mırıldanmamalıydın bile ama bunu bir türlü başaramadın!
Enfes bir hikâyeyle sana susmayı öğreteceğim bugün ve güvendiğin dağlara kar yağmayacak başka hiçbir gün.
Kendini kötü sayan yahut sanan hiç kimsenin olmaması herkesin 'iyi' anlayışının farklı manalara geldiğinin mutlak deliliydi. Bu hesapla 'İyilerin peşinden gidin!' veya 'Daima en iyileri takip edin!' tarzındaki öğütler de anlamını yitiriyordu zira 'görecelik' denilen o 'saçma sapan' var olduğu sürece hiç kimse hiçbir hiçbir zaman 'iyi' den emin olamayacaktı.
Kişi bazen zamanı geri almak için formül arar. Mümkün olmadığına emin olmasına rağmen yapar bunu. Yaşadığının rüya olduğuna inanmak ister ama rüya olmadığından emindir.
Oysa 'hata' denilen şey zaten beklenmediklerimizin, hiç ummadığımız anda yaptığı olumsuz davranıştır ki biz günün sonunda, -Bunu ondan beklemezdim ya da -Hiç yakıştıramadım deriz.