Cengiz Aytmatov, Toprak Ana romanında erkekleri askere alınan bozkırın ortasındaki bir Kırgız köyünde geride kalanların çektiği sıkıntıları anlatıyor. Eldeki yetersiz yiyeceğin muhtaç olandan başlanarak dağıtılması, dört gözle beklenen hasat zamanları, umutların hasat zamanına ertelenmesi, savaş yüzünden ürünün hemen hepsinin merkezden istenmesi, boşa çıkan umutlar, yine açlık, sefalet, bir yandan cepheden gelen ölüm haberleri, umutsuz bekleyişler, savaşın uzun sürmesi üzerine aşağı çekilen cepheye çağrılma yaşı, anaların evlatlarını bir bir askere göndermesi, ayrılıklar, gözyaşları... Yani tek kelimeyle ve bütün zulmetiyle; savaş. Cengiz Aytmatov, o her zamanki berrak ve akıcı üslûbuyla bizleri, adeta insanları öğütür gibi harcayan savaş düzeneğinin yarattığı trajedilerle sarsıyor.
Toprak Ana’yı okurken kendimi hem savaşın yıkıcılığına hem de toprağın insanı ayakta tutan gücüne tanıklık ederken buldum. Aytmatov’un sade ama derin üslubu, Tolgonay’ın iç sesiyle birleşince metin benim için bir ağıt ile direncin aynı anda var olduğu bir anlatıya dönüştü. En çok etkilendiğim nokta, kayıpların ağırlığı altında ezilse bile insanın toprakla kurduğu bağ sayesinde hayata tutunabilmesiydi. Kitabı bitirdiğimde savaşın yalnızca cephede değil, insanın vicdanında da sürdüğünü düşündüm; Aytmatov bunu çarpıcı bir içtenlikle hissettirdi. Keyifle okuyun.