Bugün yoğun bakıma giren hasta yakınları o kadar kalabalıktı ki, bir ordu gibi gelip doluştular salona. Aralarındaki konuşmalarından duyduğum kadarıyla babası asker emeklisi. Kızı ve oğlu 30'lu yaşlarda, nasıl ağlıyorlar anlatamam. Kız, babam deyip iç çekiyordu bebek gibi. Küçücük burnunu silmekten artık kıpkırmızı olmuştu. Her saniye ağlıyordu, gördüğüm her an adeta.. Erkek kardeşi de öyle. Yeşil gözleri yağmurlu bir çimen tarlası gibi, düşüyordu gözyaşları avuçlarına. Benim 16. günüm diyorum içimden. Çok mu alıştım bu duruma, az mı seviyorum ben babamı yoksa? Onlara baktıkça üzülüyorum, kendime baktıkça daha çok üzülüyorum oysa. "Olur mu öyle şey" diye göğsümü yumrukluyor küçük bir kız. "Baban seni balık tutmaya götürürdü abinle, her yaz denize giderdiniz. Lunaparka her baba götürmezdi çocuğunu ama senin baban o kadar korktuğu halde dönme dolaba binerdi seninle. Annen kızdığında kaçar arkasına saklanırdın. "Ekmek kokulu kızım" diye severdi seni unuttun mu? Bir masal kitabı kadar doluydu hayal gücü. Hiç duymadığın masalları anlatırdı sana. Bir keresinde Bu Vatan Kimin şiirini ezberletmişti de Tükçe öğretmenin " sen bu şiiri nerden biliyorsun" diye şaşırıp kalmıştı. "Alkışlayın arkadaşınızı" deyip sınıfın önünde göğsünü kabartmıştı. Ne kadar eğlenceli, ne kadar şakacı ve ne kadar duygu doludur baban, tekrar hatırla. Hiç yırtık ayakkabı giydirmedi sana. Hiç alamadığın bir kıyafetin olmadı. Her doğum gününde hediyelerle koştu yanına. Dede oldu yavrularına. İyi babalıktan süper dedeliğe terfi etti. Hayır, kimse senin babanın sevdiği kadar sevmemiştir kızını. Sen şoktasın hâlâ. Birazdan baban elini kapıya okutacak ve "şaka yaptım, gitmeye niyetim yok" deyip seni kucaklasın diye bekliyorsun." Mehmet Yılmaz'ın yakını. . . Her sabah 10'da doktorların hasta yakınlarını bilgilendirmesi için görüşme saati başlıyor. Bizden önce doktorun yanından çıkan hasta yakınlarının suratı yerlerde çıktılar odadan. "4 gün önce Mehmet amca artık iyileşmeye başladı" diyen doktorlar şimdi "bizi çok şaşırttı durumu hiç iyi değil, bizi tepe taklak yaptı" diyor. "Entübesi devam ediyor, böbrekleri böyle giderse diyalize bağlanabilir. Her şeye hazırlıklı olun. Kalbi de bir kaç kez sorun çıkardı. Bilinci kapalı." Sanırım tek güzel cümlesi; "burdan çıksa bile yatalak olacağı"ydı. Burdan çıkma ihtimalinin umudunu doldurup içime çıkıyoruz odadan. Annnem: baban savaşmayı bıraktı artık diyor gözleri yaşlı. Kol kola iniyoruz merdivenleri. Koridorları geçip kantine gidiyoruz. Bir yakınımız geliyor. Sonra başka, biraz sonra daha başka. Doluyor etrafımız. Bir yandan da susmuyor telefonlarımız. Ne kadar çok sevenin varmış diyorum baba. Masada konuşulanları dinlemiyorum. Karşımda hüngür hüngür yine aynı kız ağlıyor. Ellerini tutup teskin etmeye çalışıyorlar. O kadar güzel ağlıyordu ki... Saatlerce ağlamasını izleyebilirdim. Beni bu kız kadar ağlatamadığı için babama mı kızmalıydım, yoksa kimseyi etrafıma toplayıp ilgiyi üzerime çekmek istemiyorum diye düşünen kendime mi? Ben gizli gizli ağlamayı seviyordum. En çok geceleri. Sevdiklerim bunu nereden bilsin ki...