Çocukluğumdan hatırladığım bir kitaptır Oliver Twist. Çocuk yaşta okununca çok öğretici olabilir.
Kitapta öksüz ve yetim Oliver'in hayatını kurgulamış Dickens. Hayat onu öyle noktalara sürüklüyor ki, kendinizi onun yerine koyup sanki siz mücadele ediyormuşsunuz gibi hissediyorsunuz. Fagin'in eline düşünce tam bir drama başlıyor. Onun elindeki diğer çocuklar, Nancy'nin nahif duruşu ve Oliver'le ilgilenişi, onun başına gelenler. Çok akıcıydı. 20 küsür yıl önce okuduğum halde aklımda kalmış.
Kitabın sonu ama çok güzel. Güzel sonlu kitaplardan. Bence her ebeveyn çocuğuna bu kitabı okutmalıdır.
Yol hep mıcırlıydı, hiç asfalta çıkamamıştık. Hayat belki de buydu; zorlayandı, eskitendi, yıpratandı. Biz yeni lastiklerle on kilometre bile gidemeden nasıl yaşayacaktık?
Bu kitap eski şiirlerimden oluşuyor. Doğrusunu isterseniz eski bene ait bir kitap. Ham, karanlık ve depresif şiirler var içinde. Çünkü 2010'lu yıllarda çok yılgın bir adamdım. Neticede ilk kitabım olduğundan ayrı bir yeri vardır bende. Ama çok önerebileceğim bir eser değil.
Daha olgun şiirler için Ferfecir Şiirleri tercih edebilirsiniz. Ferfecir Şiirler
Bir somun ekmek çalmanın bedelini bir türlü ödeyemiyor Jean Valjean. Hayatını harcatıyorlar ona ama o rahip Bienvenu sayesinde içindeki şefkati keşfediyor. Javert'in amansız takibinden dolayı çok zorlansa da Coset'e duyduğu sevgi sayesinde her zorluğun üstesinden geliyor.
Sefiller klasik tanımını tamamen karşılayan bir eser. Büyük hırsızların zevki sefa alemlerinde har vurup harman savurduğu gerçeği geçmişte de böyleymiş. O zamanlarda da derebeyleri ve kral şakşakçıları parsayı götürür. Fakir halkın ise bir ekmek için yıllarını ellerinden alır ve onları korkuyla yaşamaya zorlarlar.
Yalnız Javert çok orijinal bir karakter. Kraldan çok kralcılık böyle bir şey işte.
Çürümüş dünyanın herkesi vasata alıştırdığı bir dönemde. İdealist ve kendine güvenli bir mimarın hayatını aktarmış Ayn Rand. Bu öyle bir dünyadır ki yeniliğe ve orijinalliğe yer yoktur. Herkes zamanında yapılmış diye eski stil binalar tasarlayıp onlara taparken Howard Roark bütün engellere rağmen kendi çizgisinde yürüyen bir mimardır. Onun şaşırtıcı hayatını kurgulamış Ayn Rand. Kendi ideolojisini okurlarına burada yavaş yavaş işlemiş.
Howard Roark net bir adamdır. Her şeyde nettir, tasarlayacağı binaların en ufak bir detayının bile değiştirilmesi onu çileden çıkaran bir etkendir. Aynı okulda okuduğu Peter Keeting gibi gösterişe, şatafata ve ilgiye muhtaç değildir. Sadece bir hayat yaşar ve duygularını göstermeyi sevmez. Öyle ki her reddedildiğinde yeniden işine sarılır.
Onu fark ettiklerinde yıldırmaya çalışırlar, herkes dört koldan onu çökertmek için elinden geleni yapar. Bu sırada aşık olur fırtınalı bir ilişkisi olur Dominique Francon ile. Dominique onu çok iyi anlar, bu dünyada bu karakterde olmaya devam ederse asla tutunamayacağını söyler ona. Hatta bazı işlerine o engel olur. Fakat Howard Roark bildiğinden şaşmayan kendi doğrularına harfiyen uyan bir adamdır.
Gerçekten de bu dünyanın basitliği övüp yücelttiğini, orijinal ve yaratıcı insanların hor görülüp değersizleştirildiğini. Alışılagelmiş düzenin aslında en büyük kaos olduğunu o kadar iyi anlatıyor ki kitap. 977 sayfa su gibi akıp gidiyor, öyle güzel bir romandır.
Bu kitabı okuduktan sonra 1949 yapımı filmini de izlemenizi tavsiye ederim. Mahkeme sahnesi çok vurucu çekilmiş.
Hayatın Kaynağı'nı sonra kolay kolay unutamayacaksınız. Gerçekten de toplumun aynasını bize göstermiş Ayn Rand.
Kitap 4 gamsız, işsiz güçsüz, ayyaş arkadaşı konu ediyor. 200 sayfa kadar kısa olsa okumazdım da bitirdim işte. Akıcılığı hiçbir şekilde yok kitabın akmıyor resmen.
Kinyas ve Kayra'yı da okumak istiyordum da bu kitaptan sonra umudum kalmadı. Hakan Günday'ın kalemi bana hitap etmiyor sanırım.
Dünya edebiyat tarihinin en etkileyici giriş cümlelerinden.
Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı, hem aptallık, hem inanç devriydi, hem de kuşku, Aydınlık mevsimiydi, Karanlık mevsimiydi, hem umut baharı, hem de umutsuzluk kışıydı, hem her şeyimiz vardı, hem hiçbir şeyimiz yoktu, hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya da tam öteki yana - sözün kısası, şimdikine öylesine yakın bir dönemdi ki, kimi yaygaracı otoriteler bu dönemin, iyi ya da kötü fark etmez, sadece 'daha' sözcüğü kullanılarak diğerleriyle karşılaştırılabileceğini iddia ederdi.
Ve kendine soruyorsun: Nerede hayallerin? Ve başını sallıyor, şöyle diyor: Yıllar ne çabuk geçiyor! Ve yine soruyor kendine: Ne yaptın bunca yılı? En iyi zamanlarını nereye sakladın? Yaşadın mı yaşamadın mı? Baksana, diyor kendine, baksana, yeryüzü nasıl soğuyor. Daha yıllar geçecek ve peşinden kasvetli yalnızlık gelecek, bastonlu, titrek yaşlılık gelecek, peşinden de sıkıntı ve bunaltı. Fantastik dünyan ağaracak, donacak, hayallerin kaybolacak ve ağaçlardan düşen sarı yapraklar gibi dökülecek.