






(…) Bu bölgedeki bütün kentlerde, kasabalarda ve köylerde çok sayıda Rum’a rastlanıyor. Bunlar da Hristiyan dinindeler ve dinsel bayramlarına, kiliselerine, papazlarına, dinsel kurallarına ve törelerine sıkı sıkıya bağlılar. Onlar da Türkler gibi kuşak sarıyorlar ama kuşak saranların çoğu avamdan kişiler. Saçlarını uzattıkları için onları gerçek Türklerden ayırmak kolay oluyor. Bunlar, Türklerin egemenliği altında gerçek ve büyük bir baskı altında oldukları gibi Hristiyanlıkları da tehlikeye girmiş durumda. Çünkü Türkler onları her gün biraz daha artan, zorlaşan ve ağırlaşan koşullar, vergiler, haraçlar altına itmektedirler. Bunlar sık sık yüce ve bağışlayıcı Tanrıya (duyduklarım ve gördüklerim kadarıyla) derin derin iç çekerek ve kollarını açarak şöyle yakarıyorlardı:
“Bizim böyle acı çekişimiz, kötü ve zorba Türklerin boyunduruğu altına girmemiz hep kendi suçumuz yüzündendir.”
Neden böyle kendilerini suçladıklarını sordum ve şöyle bir cevap aldım:
“Türkler, bu bölgede ve çevrede (Yunanistan’a ait olan bölgeyi kastediyorlar) bulunan toprakları, ülkeleri, yerleri ve kentleri fethedip buraları kendi boyundurukları altına aldıkları zaman, biz kendi ülkemizin de elden gideceğini apaçık görmüştük. Ama bizim efendilerimiz ve hükûmetlerimiz, Türklerin bütün dünyayı ele geçirmek istediklerini gösteren bir belirtinin henüz ortada olmadığını bize ilân ettiler. Türkler, geniş Rum topraklarını fethetmeden önce, biz bütün bu olan bitenleri küçümsedik ve olanlara hiç dikkat etmedik. Sonunda Türkler, yalnızca Yunanistan’ı ya da dünyanın üç büyük parçasını, yani Asya’yı, Afrika’yı değil, doymak bilmeyen aç gözlülükleri ve öç duygularıyla Avrupa’nın yarısını da ele geçirdiler. Bunun için, ey soylu ve dindar beyler! ‘Türkler bizim oralara gelinceye kadar daha çok toprak yutması gerekir,’ diyerek, bizim söylediklerimizi kulak arkası etmeyin!”

Cennet, nasip olmayacaktı herkese elbet. Cehennemse, bütün kızgınlığıyla ilahi azabı hak edenleri bekliyordu.









@elifaydin3457