Yazarın "Beş Şehirin altıncısını yazarak bir geleneği başlattığı kitabı... Kendisini folklor ve mimariyle sınırlandırmamış olması sebebiyle diğer şehir tarihçilerinden ayrılır. Çocukluğunu, gençliğini ve ömrünün yarım asrını yaşadığı Sivas şehri üzerinden bütün Türkiye'nin geçirdiği büyük değişimi anlatır. Yazar ele aldığı şehri incelerken yazı üslubunun karakterini de biçimlendirmektedir. Ahmet Turan Alkan okuyucularının en çok sevdikleri ilk göz ağrısı...
Bizim nesil dış dünyayı sinema perdelerinden tanımıştır: Aya ilk insanın ayak basışını, 1966 Dünya Futbol Kupası finallerini ve "Batı dedikleri"ni sinemayla öğrendik. Avrupa'da ortaçağın ne demek olduğunu, uzak denizlerin ve diyarların fethini, papalarla kralların çatışmasını, engizisyonu ve tabiî Amerikan tarihinin ana hatlarını böylece hıfzettik. Bu tedrisat esnasında yanlış şeyler öğrendiğimiz olmuyor değildi: Zencilerin yamyamlığını, beyaz adamın medeniliğini, Kızılderililerin vahşetini, Çinlilerin sinsi kalleşliğini bize sinema öğretmiştir (!). Meselâ Alamo kalesine saldıran Meksikalıların neden alçak olduklarını hâlâ bilemem.
Sinema yönetimi ile seyirciler arasında çoğunlukla nahoş, ama nadiren de hoş vakalar cereyan ederdi. Herhalde Tan sinemasında olsa gerek, filmin tam orta yerinde şöyle bir anons yapıldığını duymuştuk: - Ulan sayın seyirciler! Balkondan cigara içüp kesmüklerini aşşağa atıyorsunuz. Altta oturan beylerin değirmi tengürşenklerine düşüp yakıyor. Eşşekliğin lüzumu yoktur. Teşekkür ederiz!..
"Ben Sivas’ı seviyorum" derken uzun uzun düşündüm: "Beni buraya bağlayan alışkanlıklarım mıdır, yoksa başka birşey mi?" diye. Kararımı burada değil, başka yerlerde verdim; güzel şehirlerde; iklimiyle, tabiatıyla, güzellikleriyle insanı sarıp sarmalayan, Sivas’tan daha güzel, daha gelişmiş yerlerde de düşündüm Sivas’ı. Sonuç hep aynıydı; Sivas’a dönmek gibisi yoktu ve şair yine onikiden vurmuştu.